Palto’nun küçük insanı “Akaki Akakiyeviç Başmaçkin” dokuzuncu dereceden bir memurdur. Gogol’ün çoğu hikayesinde olduğu gibi toplumun bir kesimini temsil eder. Dickens’a göre bu temsil edilen kesim Rus toplumundaki görünmez insanlardır. Bu insanlar hayattayken hatırlanmadıklarından ölünce de unutulmayacak insanlardır.
Gelelim hikayemize; kahramanımız Akaki Akakiyeviç’in adı bile ona ait değildi aslında. Annesi zavallı bebek için önerilen hiçbir ismi beğenmemiş, en sonunda kocasının adını koymuştu çocuğa. Akakiyeviç memur hastalığı olarak da bilinen sarılıktan muzdaripti ömrü boyunca.Şans yüzüne hiç gülmedi. Ayağını yorganına göre uzatıp yaşasa da yılları devirmiş paltosu bir gün eskidi, tamir edilemez hale geldi. Her şey daha da zorlaştı Akakiyeviç için. Palto artık tamir edilemezdi. Yeni palto dikilmesi şarttı, ama nasıl olacaktı? Akaki Akakiyeviç dokuzuncu dereceden memur, kıt kanaat geçinen zavallının biriydi. Borç bile isteyebileceği kimsesi yoktu. Hatta dairedekiler onunla hep dalga geçerlerdi. Paltosuna da “Akakiyeviç’in sabahlığı” diyorlardı. Hiç mi anlamıyorlardı halden?
Akakiyeviç dişinden tırnağından arttırarak -gerçekten arttırarak. yediği yemekleri bile azaltır- sonunda yeni bir palto diktirir. Palto o kadar güzel ve zengin gözüküyordur ki dairedeki iş arkadaşları bunun şerefine bir akşam toplantısı düzenlemeye karar verirler. Elbette bu buluşmaya Akaki Akakiyeviç ve paltosu da davetlidir. Başta gitmek istemese de sonunda Akakiyeviç de buluşmaya gider. İlk birkaç dakika palto sohbet konusu olur, herkes paltoyu incelemek ister ve hakkında yorum yapar, hayırlı olsun dileklerini iletir fakat biraz zaman geçince kimsenin umrunda olmaz. Akaki Akakiyeviç o kadar mütevazı bir insandır ki; tüm övgülere rağmen paltonun eski paltosu olduğunu, sadece tamir edildiğini söyler, yeni olduğunu kabul etmez. Akakiyeviç bir köşede pineklerken diğerleri masa başında oyunlar oynamaya başlarlar. Sıkılan kahramanımız sessizce evden çıkarken o “değerli” paltosunu yerde bulur, silkeler ve gider.
Hayatı boyunca yaşadıkları yetmezmiş gibi bir de paltosunu çaldırır Akaki Akakiyeviç. O gece evine dönerken, bir sene boyunca yemeyip biriktirdiği parasıyla diktirdiği canım paltosunu çaldırır. Polise gitse de bir sonuç alamaz ve çalıştığı dairedekiler ona “önemli kişi”ye gitmesini önerirler. Adının önemli olduğuna bakmayın, kibirlinin biridir kendisi. Sırf arkadaşına hava atmak için Akakiyeviç’i bekletmiş, sonra da onu reddetmiştir.
Paltosunu bulamayan Akaki Akakiyeviç, iki gün sonra ölür ve öldüğü dairedekiler tarafından ancak dördüncü gün, işe çağırıldığı sırada öğrenilir. Az konuşup çok çalışan, herkesin uğraştığı ama yine de kimseye sesini çıkarmayan Akakiyeviç bir sene boyunca para biriktirmiş, sonunda paltoyu diktirmiş ama onu sadece bir gün giyebilmiştir. Mutlu da ölememiştir muhtemelen. Öyle olsaydı hayaleti sokaklarda gezip palto çalmazdı herhalde. Söylenilenlere göre Akaki Akakiyeviç Başmaçkin’in hayaleti o önemli kişinin paltosunu çalana kadar çoğu kişinin paltosunu çalmıştır. Dairede çalışan iş arkadaşlarından bazıları da tanık olmuştur buna. En son önemli kişinin paltosunu çalan hayalet bir daha gözükmez.
Hikaye böyle. Peki hepsi Gogol’ün paltosundan mı çıktı? Gerçekten bu cümleyi kurdu mu Dostoyevski? Hayır. Hatta gerçeği söylemek gerekirse Gogol’ü pek sevmezdi Dostoyevski. Farklı görüşler.. Ama biz yine de Dostoyevski “hepimiz Gogol’ün paltosundan çıktık” dediğini varsayalım. Güzel bir deyiş.
Bir de Vladimir Nabokov’un söyledikleri var ki, beni benden alıyor. İzninizle;
“Gogol’ün Palto’daki Dehası (…)
Nasıl bu hikaye sadece hiciv değilse, Akakiy de sadece insan, acınaklı durumda biri değildir, çok daha fazlası vardır onda. Apaçık ortada olan karşıtlığın gerisinde bir yerlerde, güçlükçe fark edilebilen, ince, doğuştan gelen bir bağ da vardır onun durumunda. Yaşadığı hayal dünyası gibi kendi varlığı da aynı heyecan titremelerini, aynı titrek pırıltıları gözler önüne serer. Kabaca çizilen sahnelerin gerisindeki sezdirmeler, hikayenin yüzeydeki dokusunda öyle ustaca yedirilmiştir ki edebiyatta yurt gerçeklerini görmek isteyen Rusların gözünden tamamıyla kaçmıştır. Ama Gogol’ün hikayesini yaratıcı bir gözle okuyanlar en masum paragrafların, kelimelerin, bazen de “hatta”, “neredeyse” gibi bir tek zarfın, edatın zararsız bir cümleyi bir anda etrafa karabasan fişekleri saçacak hale getirdiğini; yahut gündelik sözlerle başlayan paragrafın birdenbire yoldan çıkıp asıl ait olduğu akla aykırı boyuta yöneldiğini; yahut, ansızın bir kapı açılıp da o kapıdan köpükler saçan bir şiirselliğin içeri dalıverdiğini ama bu şiirin ya bir bathos içinde eriyip gittiğini ya da Gogol’ün üslupunun bir parçası olan sihirbazların ağzından duyduğumuz sözlere dönüştüğünü görürler. İnsan hem gülünç, hem de yıldızlar kadar uzak bir şeylerin çok yakında bir yerlerde pusuda beklediği duygusuna kapılır, olayların komik yanıyla kozmik yanı arasındaki farkın bir tek sessiz harfe bağlı olduğunu hatırlamaktan hoşlanır.
Zararsız görünen cümlelerin bıraktığı boşluklar arasında dolaşırken, sadece bir an için sezebildiğimiz o garip dünya nedir öyleyse? Aslında, bir bakıma, gerçek olan o dünyadır, ama biz sahnede, onu gizleyen dekoru görmeye alıştığımız için bize fazlasıyla saçma görünür. Palto’nun başkişisi olan, uysal, hor görülen yazıcı bu sezgilerle şekillendiği için esrarın gerçek anlamını, yani Gogol’ün üslubundan çıkan gerçek dünyayı gözler önüne serer. Bu uysal, hoş görülen yazıcı bir hayalettir; trajik derinliklerden gelen, rastlantı sonucu küçük bir memur kılığına giriveren bir ziyaretçidir. İleri fikirli Rus eleştirmenleri Akakiy’de ezik birer kişilik görmüşler, bütün hikayeyi bir toplumsal karşı çıkış olarak sevmişlerdir. Ama hikayede bundan çok daha fazlası vardır. Gogol’ün üslubundaki boşluklar ve kara delikler hayatın akışındaki kusurları sezdirir. Ortada büyük bir yanlışlık vardır, bütün insanlar biraz kaçıktır, kendilerine çok önemli görülen işlere bağlanırlar. Gelgelelim, saçmalık derecesine varacak kadar mantıklı bir güç onları bu boş uğraşlarını sürdürmeye zorlar; işte hikayenin vermek istediği gerçek mesaj budur. “
Fark edemesek de hepimiz hayatımızın bir noktasında Akaki Akakiyeviç’iz aslında. Belki ezildik, eziliyoruz ve ezileceğiz. Kim bilir…